Kaldığımız sitede ikinci gündü. İlk günlerde uyku tutmaz beni. Seher vakti uyanmışım. Sessizlik dikkatimi çekti. Bu ne dinginlik arkadaş! Ankara’dan sonra iyi geldi. Güneşin doğuşunu izlemek, yürümek istedim. Toparlanıp sahile indim. Biraz erken inmişim, tan yerine kızıllık hemen gelmedi. Etrafı gözledim; hafifçe esen serin bir meltem, sazlık ve otlarda bir kıpırtı, sabahı müjdeleyen yaprak ve canlıların karışık sesleri var. Yine sahilde bu saatte az da olsa balık tutan, yürüyüş yapan birileri var. Belki de anı yaşamak isteyen benim gibi birileri, bilmiyorum…
Her seferinde beni değişik duygulara sürükleyen o inanılmaz kızıllık, nihayet karşımda; uzun sürmeyecek biliyorum, elimi çabuk tutmam lazım. Zamanı iyi değerlendirmem gerek. Çok sayıda fotoğraf çektim. Esasen ben ışıkların, denizden yükselen bir ateş topundan kopan tutuşmuş kıymıklar gibi üstümüze gelmesini görmek istemiştim. Ama bu mevsimde ateş topu denizden değil karadan gelse de kızıllığı denize kıyıya yansıdı. İnanılmaz güzel !… Giderek karaya daha güçlü bir aydınlık salan bu akıl almaz olay, kim bilir kaçıncı kez yeryüzünde tekrarlanıyor. Gözlerimi yumup yere çöktüm ve düşündüm. Sonra umarsızca yürüdüm sahilde… Ve nihayet geri döndüm.
Kaldığımız sitenin bahçesine girdiğim anda, ağaçlardan bir serçe grubunun sesi yankılandı. Sabah dinginliğini bozmayan bu sesler, binalarda yankılanınca; binaların yankısının, kuşların sesine kattığı bir güzellik mi diye zihnimden geçti. Ayırt etmeye çalıştım. Hayır, gerçekten güzel seslerdi. Kim bilir ne söylüyorlar. O an Hz. Süleyman’ı düşündüm, ne büyük bir ayrıcalık. Allah’ın kulları hep ayrıcalıkları sever nedense, hayat oyununda; bu bir tuzak olabilir dikkat etmek lazım.
Çocukluğum Anamur’un yoksullukla boğuşan dağ köylerinden birinde geçti. Çok kuş sesi duydum. Bunlardan en ilginci, baharın gelişini müjdeleyen ‘gübbük’ kuşu idi. Yıllardır o sesi duymadım. Adını, çıkardığı sesten almış olmalı. Ama gerçek adı öyle mi? bilmiyorum. Anılarım üstüme daha fazla çullanmadan kaldığımız binanın girişine yöneldim. Sabah etkinliğim ve yürüyüşüm de bitmiş oldu.
Anamur’da yaşayanlar, ne var bunda, Güneş dünyaya yalnız Anamur’dan mı doğuyor bu güzellikler yalnız burada mı var diyebilir. İnsan, elinde olanın farkında olmuyor, satın alınmayan şeyin değeri, güzelliği pek anlaşılmıyor. Kırk yıldır çalışıyorum. Nasip oldu epeyce yer gördüm; Ülkede çok az yer kaldı görmediğim. Elbette daha verimli ovalar, zirvesi karla kaplı dağlar, eteği yemyeşil kırlar, çiçekle dolu, çok özel nice yerler var. Ama burası başka; Çocukluk anılarım burada… Çalışma hayatına 1980’de burada başladım. O zamanlar Anamur, sanki insan eli değmemiş sapa bir yerdi. Bu günden bakınca, bu sapa olma hali, O’nun daha doğal kalmasını sağlamış gibi görünüyor. Ama değişim her yerde, kendin olmayı koruyarak değişmek gerek, yenilenemeyen yok oluyor.
Anamur sevdalısıyım; bu yalnız doğduğum topraklara bir nostalji (sıla özlemi) değil. Bu topraklara güzel bakıyor, güzel görmek istiyorum. Esasen ‘’sevmek’’ sözcüğü bana göre iyisi ve kötüsüyle, her şeyiyle sevmektir. Anadolu’nun, Akdeniz’e bakan güney yüzünde; hırçın coğrafyaya sığınmış doğurgan bir dağ keçisi gibi duran burası bana göre çok kıymetli. Devletin güler yüzünü pek görmemiş biraz sahipsiz, biraz hoyrat kendi başına, biraz masum, kırılgan, kendi halinde bir yurt köşesi olduğu da açık. Anamur, kaynaklarını üstünde yaşayanlara keçi sütü tadında sunan verimli ama kıt topraklara sahip bir yer. Ak denize memesini sarkıtmış emzirmesini bekler gibi duruyorsa da bu güzel berrak denizden faydalandığını söylemek zor.
Kargaya yavrusu şahin görünürmüş derler -ben de bunu ilk defa anamdan duymuştum- Denize sarkan bu yeşil ve güzel topraklar, gönül ister ki Ülke toplam gelirinden daha çok pay alsın. Yollar daha güzel olsun. Ulaşım, üretimi desteklesin. Bölgeye ilişkin bir master plan yapılsın. Önünü gören halk geleceğe umutla ve güvenle baksın. Bu yörenin çalışkan nasırlı elleri, umur görsün isterim.
Şimdilerde bölgenin üstünde, alabildiğine genişleyen beyaz bir örtü var. Üretimden tüketime uzanan zincir içinde, tarımdan elde edilen gelir az değil. Belli ki yörenin gelir kaynağının lokomotifi kaçınılmaz olarak tarımdır. O halde iyi olanın, çalışanın kazandığı, bir paylaşım olsun isterim. Hakça paylaşılan bir ekosistem kurulmalı; pek güzel gibi görülen bu düşünce, uygulamada ne yazık ki rekabetin değil, güçlünün görünmeyen kırbacı altındadır.
Bu nedenle gördüğüm hali, güzel çirkin yazmaya, uygun bir dille anlatmaya çalışıyorum. Başarı zor, topyekûn bir kalkınmayı gerektirmektedir. Bu kolay değil biliyorum. Eğitim görmüş bilgili, vicdan ve ahlak sahibi bir toplum bunu başarabilir. Bölgenin yakın geçmişine, düne bakılırsa, küçümsenmeyecek bir yol aldığını, değişim geçirdiğini görmemek haksızlık olur.
Yöre insanı bilmek zorundadır ki, tarıma bağlı üretim, herkes için bölüşülen ekmektir. Toprakta tarımsal değişime bağlı, genişleyen bu örtünün üretim ve zenginlik getirdiği doğru, ama insan sağlığına olan etkisi şimdilik bilinmiyor. Etki analizi diye bir olgu var. Beyaz örtünün, çevreye ve insan sağlığına olan etkisine mutlaka bakılmalı kanaatindeyim. Anamur’da yaşayanlar, bu fanusun içindeler, bakıyorlar ama görüyorlar mı? emin değilim. Unutmayalım ki, bakmak başka, görmek başkadır.
Hoşça kalın sevgiyle kalın.30.06.2020